"Enter"a basıp içeriğe geçin

Birikimli Üstünlük ve “Bilimin Seçkinleri”

* Bu yazı Türk Kütüphaneciliği dergisinin Prof. Dr. Berin Yurdadoğ anısına hazırlanan 2020 Haziran sayısı için kaleme alınmıştır.

“Ormandaki en uzun meşe sadece en sert palamuttan yetiştiği için en uzun meşe olmamıştır; diğer ağaçlar onun aldığı güneş ışığını kesmediği, çevresindeki toprak derin ve zengin olduğu, fidanken hiçbir tavşan onun kabuğunu kemirmediği ve hiçbir oduncu onu vakti gelmeden kesmediği için de en uzun meşe o olmuştur. Başarılı insanların sağlam tohumlardan geldiğini hepimiz biliriz. Ancak onları ısıtan güneş ışığı, kök saldıkları toprak ve uzak kalabilecek kadar şanslı oldukları tavşanlar ve oduncular hakkında da yeterince bilgi sahibi miyiz?” (Gladwell, 2009, s. 19).

Bilimin birikimli doğasına yönelik olarak en önemli saptamalardan biri 50 yıldan biraz daha uzun bir süre önce Robert Merton tarafından yapıldı (Merton, 1968). İncil’de geçen “kimde varsa ona daha çok verilecek ve kimde yoksa onda olan da geri alınacak” ayetine dayanan ve birikmiş üstünlüğü temsil eden “Matthew Etkisi” kavramını bilime uyarlayan Merton’a göre, ünü duyulmuş ya da seçkin araştırmacıların çalışmaları diğerleri ile benzer olsa bile adı duyulmadık bir araştırmacıya göre daha fazla itibar kazanır. “Başarı başarıyı besler” (success breeds success) olarak da yorumlanabilecek Matthew etkisi sonucunda bazı bilim insanlarının bilime katkıları herkesçe konuşulurken bazılarının eserleri kimsenin bilmediği/okumadığı birer çıktı olarak tarihin derinliklerinde kaybolur. En az bir atıf alan çalışmanın görünürlüğü hiç almamıştan daha fazladır ve gelecekte atıf alma ihtimali diğerine nazaran yüksektir. En az bir proje yapan araştırmacının başka bir projeyi alma ihtimali hiç proje yapmamış birinden daha fazladır. Önemli bir dergide yayın yapmış birinin ileride o dergiye başka bir yayınını kabul ettirme ihtimali o dergide hiç yayın yapmamış birine göre daha fazla olacaktır.

Bununla birlikte ün sahibi veya seçilmiş olmanın getirdiği özgüvenin sonucu olarak riskli problemleri çözmeye ve sonuçlarını vurgulamaya teşvik edilen seçkin bilimciler yıllar geçtikçe ünlerine ün katmaya devam ederken diğerleri, ellerinde olanı da kaybetmemek için okyanusa açılmak yerine sığ sularda zaman geçirir. Böylece Matthew etkisi bilimde kendini göstermiş olur. Çalışmalarımızı yürüttüğümüz ülkeler, üniversiteler, kariyerlerimizin kaçıncı yılında olduğumuz, cinsiyetimiz, çalıştığımız konu alanları, birlikte kalem oynattıklarımız… Bunların hepsi Matthew etkisinden payını alıyor. Bu yazıda Matthew etkisine en sık şahit olduğumuz bazı uygulamalar konusunda çeşitli örnekler sunmak istiyorum.

Coğrafya kader midir?

Ekonomi üzerine çalışanların aşina oldukları bir ayrım var: Ekonomik olarak gelişmiş, teknolojiye ulaşma ve kullanmada avantajlı, politik olarak istikrarlı ve nüfus artış hızı düşük küresel kuzeye (global north) karşı tüm bunların tersi özelliklere sahip olan küresel güney (global south). Ancak bu noktada kuzey olamayacak kadar fakir, güney olamayacak kadar da zengin bir grup daha var: küresel doğu (global east) (Müller, 2018). Türkiye’nin de içinde kabul edildiği küresel doğunun diğer ikisinden en önemli farkı kategorize edilmesinin zor oluşu. Doğu kabul edilen ülkelerin en büyük tutkusu bir gün kuzeylilerden biri olabilmek. Ekonomik olarak gelişmiş, dışa bağımlılığı düşük, politik olarak istikrarlı…

Konuyu üniversiteler açısından ele alalım. Üniversitelerimizin en büyük hayali üniversite sıralamalarında üst sıralarda yer bulmak, adlarını duyurmak, en çok yayını yapmak, en yüksek atıfı almak… Bunun temel sebepleri ise başarılı öğrencileri kendilerine çekmek, büyük projeleri ve fonları yönetmek, iyi akademisyenleri bünyesinde barındırabilmek. Ancak bu noktada önemli bir detayı görmek gerekli. Örneğin, Times Higher Education’ın yaptığı sıralamadaki ilk 100 üniversiteye bakın. Neredeyse tüm üniversitelerin küresel kuzeye ait üniversiteler olduğunu göreceksiniz (Times Higher Education, 2020). Bu listede yer alan kuzeyli üniversiteler çok uzun yıllar değişmeyecek [1]. Çünkü bu üniversitelerin neredeyse tamamı Matthew etkisi sayesinde seçkinler sınıfını oluşturan üniversiteler. Bugün hepimiz karşımızdaki kişinin kim olduğuna, yaptığı işlere, yürüttüğü projelere bakmaksızın “Oxford Üniversitesinde eğitim almışsa iyidir” yaklaşımını sergiliyorsak biraz da aynı etki sayesinde/yüzünden.

Küresel doğu ülkeleri bilimde kuzeyliler gibi olabilmek ya da en azından onlarla beraber anılabilmek için akademik performans ölçme kriterlerini sürekli değiştiriyor, yükseköğretim sistemlerini sık sık revize ediyor ve yeni yeni uygulamalar geliştiriyorlar. Örneğin, üniversite sıralama sistemleri sıklıkla yayın ve atıf sayılarına dayandığından doğu ülkelerinde sayının artırılmasını teşvik edici uygulamalar geliştiriliyor. Ancak bu uygulamalar bilimsel yayınlarda kalitenin düşmesine ve etik problemlerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Öte yandan bilime önemli ve kayda değer katkı sunmak isteyen ve adil olmayan performans değerlendirme sistemlerinin bulunduğu ülkelerde çalışan akademisyenler daha iyi olanaklar, daha adil bir çalışma ortamı ve daha iyi bir üniversite ismi için küresel kuzeye akıyor. Yani küresel doğu entelektüel olarak küresel kuzeyi besliyor. Bu besleme kuzeyin daha da güçlenmesine sebep olurken doğu yerinde sayıyor.

Doğunun kuzeyi beslemesi sadece entelektüel besleme ile sınırlı değil. Küresel doğuda konumlanmış ülkeler kuzeyli seçkin akademisyenler veya üniversiteler ile birlikte çalışabilmek için fon ayırıyor, bütçelerinin büyük kısmını bu iş birliklerini sağlayabilmek için kullanıyorlar. Örneğin, Kazakistan’ın uygulamalarının anlatıldığı bir makalede “Doğuda çoğu kurum batıdan saygın bilim insanları ve kurumlarla ortak çalışmayı tercih ediyor. Ancak batının projelere dahli için hükümet tarafından hatırı sayılır bir miktar para ödenmedikçe Kazakistan ile işbirliği çok da cazip değil” deniyor (Kuzhabekova, 2019, s. 13). Bu da beyin göçü sonucu kaybedilen entelektüel birikim ile beraber sahip olduğumuz paranın da kuzeye aktığını gösteriyor.

Sorumuza geri dönelim. Coğrafya kader midir? Bu sorunun kesin doğru bir yanıtı yok. Ancak Matthew etkisi kuzeyi beslemeye devam ediyor. “Seçkin” ününe ün katmaya devam ederken, doğu seçkinleri besliyor.

Kariyerinin başındaki genç araştırmacı için Matthew etkisi

Kariyerlerinin başındaki genç araştırmacılar Matthew etkisinden en çok nasiplenenler. Üzerinde çalıştığınız konu ne kadar önemli, etkili ya da büyük olursa olsun bunu dünyaya yayabilmek için gerekli şöhrete sahip değilseniz, gençseniz, daha önce bu konuda adınız hiç duyulmamışsa, daha önce hiç proje almamışsanız, önemli isimlerle birlikte hiç yayın yapmamışsanız, daha önce hiç bir takımı yönetmemişseniz büyük bir savaşın içindesiniz demektir. Bir var olma savaşının. Bu savaşta ayakta kalabilen olmak ileride kazanılacak şöhretin habercisi ancak bu savaşta ayakta kalabilmek sanıldığı kadar kolay değil.

Son yıllarda yapılan bir çalışmaya göre bilim fonlarının dağıtılmasında Matthew etkisi görülüyor (Bol ve diğerleri, 2018). Yani kariyerinin başındaki bir araştırmacı için bir fon kazanmış olmak başka bir fonu kazanmada etkili. Öte yandan herhangi bir fonu kazanamayanlar ikinci bir fon başvurusu yapmakta da çekinceli davranıyorlar. Yani kazananın hep kazanmasının sebebi biraz da bu. Kaybedenin özgüvenini kaybetmesi. Matthew etkisi etkisini hep gösteriyor. Kazanan hep kazanırken, kaybeden her şeyden vazgeçiyor.

Matthew mu Matilda mı?

1993 yılında Margaret Rossiter (1993) “Matthew etkisi”nin üstünü çizdiği makalesine “Bilimde Matilda etkisi” başlığını attı. Rossiter Robert Merton’un adı duyulmadık araştırmacılara mevcut sistemi değiştirmek yerine ona nasıl ayak uydurulabileceği konusunda alaycı tavsiyeler verdiğini belirttiği yazısında 1800’lerin kadın hakları savunucusu Mathilda Joslyn Gage’in adını verdiği Matilda etkisini anlattı. Bilimsel buluşlarda kadınlara ait başarıların nasıl o kadınların etraflarındaki erkeklere atfedildiğini somut örneklerle aktaran Rossiter, kadın araştırmacıların yüz yüze kaldıkları sorunların altını çizdi.

Günümüz biliminde de Matildalarla fazlasıyla karşılaşıyoruz. Bilimsel şöhret kazanmada erkekler hala avantajlı konumdalar. Hala daha fazlalar, hala daha şöhretliler. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir makaleye göre son 60 yılda akademide etki ve etkinlikler cinsiyete göre büyük farklılıklar göstermemesine rağmen akademiden ayrılma oranı kadınlarda erkeklere göre %19,5 daha fazla (Huang ve diğerleri, 2020). Türkiye’deki yükseköğretim istatistiklerine bakıldığında da benzer durumu görmek mümkün. Akademimizde kariyer yolu ilerledikçe kadınlar kendilerine daha az yer bulabiliyorlar ya da kendi istekleriyle o yola devam etmiyorlar (bkz Şekil 1).

Şekil 1. Türkiye yüksek öğretim sisteminde unvanların cinsiyetlere göre dağılımı (Özet öğretim elemanı sayıları raporu, 2020).

Öte yandan kendi çalışmasını pazarlama ve görünürlüğü artırma eğiliminin erkeklerde daha fazla olduğu da araştırmalarla ortaya koyulmuş durumda. 2017 yılında yapılan bir araştırma bilimde kadınların yayın sayılarının erkeklerle aynı oranda artmasına rağmen erkeklerin kadınlara oranla kendine atıf yapma pratiklerinin %70 daha fazla olduğunu söylüyor (King ve diğerleri, 2017). Elbette bunun çözümü kadınları kişisel pazarlama uğruna anlamsız atıf yapmaya yönlendirmek değil ancak mevcut durumda atıf avantajını erkeklerin kullandığını söylemek de hatalı bir yaklaşım değil.

Kabullenmek mi, savaşmak mı?

Yaşadığımız ülke, çalıştığımız kurum, cinsiyetimiz, çalışma alanımız, yaşımız, ve daha pek çok şey bilimsel olarak avantajlı veya dezavantajlı olmamıza sebep oluyor. Bu noktada asıl sorulması gereken bu avantaj ve dezavantajları kabul ederek kendi küçük evrenimizde kısılıp kalacak mıyız, yoksa mevcut algıyı değiştirmek için çabalayacak mı?

Yazının başındaki alıntı Malcolm Gladwell’in Outliers kitabından. Elbette bizden bağımsız gelişen etmenlere müdahale etmemiz çok zor ancak ormandaki meşelerin toprağını zengin tuttuğumuzda, oduncuların onları vaktinden önce kesmesini engellediğimizde, kök saldıkları toprakları beslediğimizde ve onları ısıtan güneş ışığını koruduğumuzda sağlam tohumlardan gelen başarılı insanları kaybetmeyecek, başarıların toplumsal olmasını sağlayabileceğiz. Toplumsal başarılar ise bizleri birkaç adım öteye taşıyacak.

Teşekkür

Bu yazı Adam Mickiewicz Üniversitesi Bilimsel İletişim Araştırma Grubu tarafından 7 Ocak 2020 tarihinde düzenlenen küresel kuzey, küresel güney ve küresel doğu odaklı okuma semineri sonrasında kaleme alınmıştır. Seminerlerle ilgili detaylı bilgiye http://sc.amu.edu.pl/reading-seminar/ adresinden ulaşılabilir. Yazarın 1 Kasım 2019-31 Ekim 2021 arasında yürüttüğü araştırmalar Polonya Ulusal Ajansı (NAWA Poland) tarafından fonlanmaktadır.

Kaynakça

Bol, T., de Vaan, M. ve van de Rijt, A. (2018). The Matthew effect in science funding. Proceedings of the National Academy of Sciences, 115(19), 4887-4890. Erişim adresi: https://www.pnas.org/content/pnas/115/19/4887.full.pdf

Doğan, G. (2017). Akademik performans odaklı uluslararası üniversite sıralama sistemlerinin genel sıralamalarına ve ölçütlerine göre değerlendirilmesi [Doktora tezi]. Ankara: Hacettepe Üniversitesi. Erişim adresi: http://www.openaccess.hacettepe.edu.tr:8080/xmlui/handle/11655/3482

Gladwell, M. (2009). Outliers: The story of success (Çizginin dışındakiler) (Aytül Özer, Çev.). İstanbul: Kapital Medya Hizmetleri A.Ş.

Huang, J., Gates, A.J., Sinatra, R. ve Barabási, A-L. (2020). Historical comparison of gender inequality in scientific careers across countries and disciplines. Proceedings of the National Academy of Sciences, 201914221. Erişim adresi: https://www.pnas.org/content/early/2020/02/14/1914221117

King, M.M., Bergstrom, C.T., Correll, S.J., Jacquet, J. ve West, J.D. (2017). Men set their own cites high: Gender and self-citation across fields and over time. Socius: Sociological Research for a Dynamic World, 3, 1-22. Erişim adresi: https://journals.sagepub.com/doi/pdf/10.1177/2378023117738903

Kuzhabekova, A. (2019). Invisibilizing Eurasia: How north-south dichotomization marginalizes post-soviet scholars in ınternational research collaborations. Journal of Studies in International Education [Basım aşamasında]. Doi: https://doi.org/10.1177%2F1028315319888887

Merton, R.K. (1968). The Matthew effect in science. Science, 159(3810), 56-63. Doi:10.1126/science.159.3810.56 

Müller, M. (2018). In search of the global east: Thinking between north and south. Geopolitics, 21(7), 998-1014. Doi: https://doi.org/10.1080/1369801X.2019.1585911

Özet öğretim elemanı sayıları raporu. (2020). https://istatistik.yok.gov.tr/

Rossiter, M.W. (1993). The Matthew Mathilda effect in science. Social Studies of Science, 23(2), 325-341. Erişim adresi: https://www.jstor.org/stable/285482?seq=1

Times Higher Education. (2020). World University Rankings 2020. Erişim adresi: https://www.timeshighereducation.com/world-university-rankings/2020/world-ranking#!/page/0/length/100/sort_by/rank/sort_order/asc/cols/stats


1 Tüm sıralama sistemlerinin ürettiği sonuçların yüksek düzeyde benzer olduğu ve konum değişikliğinin belli bir sıranın altındaki üniversiteler için daha yoğun şekilde görüldüğü bir doktora tezi ile ortaya koyuldu (bkz. Doğan, 2017).

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir