"Enter"a basıp içeriğe geçin

Araştırmacıların “uluslararası” algısı

Bir twitter anketinin düşündürdükleri

Geçen gün söz verdiğim gibi aşağıdaki anketin sonuçları İngilizce yazılmış bir “Akademisyenlerin uluslararası dergi algısı: Türkiye örneği” makalesinin konusu olmadı. Sarkaç‘ta yakın zamanda yayınlanacak birkaç yazım olduğundan ve kişisel blogum ilgisizliğimden dolayı bana trip attığından bu anketin sonuçlarını bir blog yazısına dönüştürmek en doğru karardı. E hadi önce tweetleri ve sonuçlarını hatırlatarak başlayayım:

Blog yazısını yazma gerekçem olan tweetler (* Twitter anketi için evren-örneklem saçmalarından seçmeler: Takipçi sayım 6000’in biraz üstü. İlk anketi 1881 kişi görmüş, ikinciyi 1084. Kaç kişinin oy verdiği görüntülerde var. Yani anket hiçbir grubu, zümreyi veya alanı temsil etmiyor. Ona göre okuyun :=)

Aslında bu uluslararası/ulusal ayrımının kavramsallaştırılma sorunu uzunca süredir yazmak istediğim bir konuydu. Bu hafta düzenlediğimiz SCRG seminerimizde ekibimize yeni katılan doktora öğrencisi Rasmus Harsbo’nun doktora çalışmasının ilk bulgularını dinlediğimde bu yazıyı geciktirmeden yazmam gerektiğini hissettim. Uluslararasılaşma nasıl sağlanır? Uluslararasılaşma nedir? Seçilen ülkelerde nasıl hayata geçiriliyor gibi çok fazla soru var o çalışmada. Bizim taraftan bakınca da “uluslararasılaşma”nın tüm üniversitelerimiz ve politika yapıcı kurumlar için çok büyük önem taşıdığını görmek mümkün. Üniversitelere verilen karnelerin en önemli maddeleri uluslararasılaşma üzerine. “Uluslararası” bilimsel yayınları teşvik programımız var (UBYT). Doçentlik ve her üniversitenin kendine has yükselme sisteminde uluslararasılaşma vurgusu var ve en yüksek puan “uluslararası indekslerde taranan uluslararası dergilerde yayınlanmış” makalelere veriliyor. Ancak hiçbirinde uluslararası ile ne kast edildiği net değil. Kavramsallaştırma doğru yapılmadığında olan şey de tweetlerde sorduğum soruların karşılığı. En yüksek puan “uluslararası” dergilere verildiğinden çalışmaların konusundan bağımsız olarak neredeyse tüm makaleler (3 ulusal makale şartı dışında kalan tüm makaleler diyelim) önce İngilizce yazılıyor ve alanın “uluslararası” dergilerinde şans deneniyor. Bu formül tutmazsa son çare olarak “ulusal” dergiler deneniyor. Bu kavramları hala tırnak içinde yazıyorum çünkü neredeyse hiçbir politika metninde uluslararası-ulusal ayrımı net değil. Bu yazının sonunda benim uluslararası-ulusal ayrımı için tavsiyelerimi okuyacaksınız. Katılabilir, katılmayabilir, katkı sağlayabilirsiniz. Blogun yorum bölümü katkılarınız için bekliyor.

“Ulusal” dergide İngilizce makaleler

İçeriğinin neredeyse tamamı Türkiye’de görev yapan akademisyenler tarafından oluşturulmuş, editör ve hakem kurulları Türkiye’de görev yapan araştırmacılardan oluşan dergilerde İngilizce makale gördüğümde aklımda hep aynı soru oluşuyor: Neden? Okuyucu kitlesini genellikle o konuda uygulamada çalışan ve o ülkede konuşulan dili konuşan kişilerin oluşturduğu yerel/bölgesel dergilerde neden İngilizce makale yayınlanıyor. Anket sorusuna yanıt verenlerin çoğu buna “ret sonrası son durak” yanıtı verdi. Benim görüşüm de bu yönde sanırım. Yükselme/teşvik amaçlı olduğunu söyleyenler de var. Aslında ikisi birbiriyle bağlantılı. Sayıları az da olsa bilime katkı amaçlı diyen de yok değil. Öncelikle şunu belirteyim: Bu bir yargılama yazısı değil. Mevcut akademik sorunların sebebi araştırma değerlendirme sistemleri. Bu yazı bir günah keçisi arama yazısı da değil. Ulusal dergilerde İngilizce yayın yapan akademisyenleri “gömmek” ve tüm suçu onların üstüne atmak için de yazılmadı. Yazı ülkenin ve neredeyse tüm akademinin yayın pratiklerini bozan mevcut değerlendirme sistemleri ve etkileri üzerine yazıldı.

Bu noktada daha ilerlemeden konuya bakış açımla ilgili küçük bir ayrıntı daha vereyim. Aylardır üstünde çalıştığımız bir makale geliyor. Biraz sansasyonel. Başlığı “yağmacı dergilerde yayınlanan tüm makaleler gerçekten değersiz mi?” Sonuç bölümünde yazarken çok keyif aldığım bir kısım var. Makalenin sonuçlarından hareketle özetle diyoruz ki: “dergi yağmacı olur, yayıncı yağmacı olur ama makale yağmacı olmaz. İyi ya da kötü olur, kaliteli ya da kalitesiz olur, bilime katkı sağlar ya da sağlamaz”. O yüzden bu yazıdaki çıkarımları da bu açıdan değerlendirirseniz sevinirim.

Temel soru şu: “Bilimsel araştırma neden yapılır?” veya “bilimsel makale neden yayınlanır?” Yani araştırmacıları araştırma yapmaya yönelten tetikleyici ne? Merak mı? Küresel/bölgesel sorunlar mı? İklim değişikliği mi, covid mi, göç mü, savaş mı? Neden her gün kimsenin okumadığı yüzlerce makale yayınlanıyor? Bu makaleler bilime katkı yapıyor mu? Yapmak zorunda mı? …

Bu soruları çoğaltmak mümkün. Ancak tam tersi durumlar da var. Türkçe yazdığınız ve Türkiye’deki ulusal dergilere gönderdiğiniz bir makaleyi o dergilerden aldığınız ret kararının ardından İngilizceye çevirip uluslararası (hatta WoS indeksli) bir dergiye kabul ettirebilirsiniz de. Buna loto veya şans da diyebilirsiniz, ulusal dergilerin kaliteden anlamıyor olduğunu veya yanlı olduklarını da iddia edebilirsiniz. İkisinin de doğru olduğu zamanlar var. Her olay kendi içinde değerlendirilmesi gerektiği için genelleme yapamayacağım ama tüm bu hikayede ana soru hala değişmiyor. Neden? Makalenin dilini belirleyen şey ne? Kabul/ret kararı mı, hitap ettiği kitle mi?

Mevcut sistemde makalenin dilini belirleyen şey akademik performans değerlendirme sistemi. Eğer “uluslararası” maddesinde sınıflanacak makaleye ihtiyacınız varsa Türkiye’deki X ormanının iyileştirilmesi için ormancılara tavsiyeler sunduğunuz bir makaleyi İngilizce yazabilir, en az üç ulusal makale şartını sağlamak için 20 ülkenin karşılaştırmasını yaptığınız makaleyi ulusal bir dergide Türkçe yayınlayabilirsiniz. Çünkü sistem böyle çalışıyor. Bu seçimler de zaten kısıtlı sayıda okuyucusu olan makalelerin gerçek okuyucularına asla ulaşamamasına sebep oluyor.

Kime göre “ulusal”, neye göre “uluslararası”

İkinci soruda sorduğum şey belli ki çok daha kafa karıştırıcı. Bir dergiyi veya makaleyi uluslararası yapan şey ne? Malum, pek çok derginin adı “International Journal of” diye başlıyor. Bu “International journal”ları uluslararası yapan şey ne? Hadi anketteki maddeler üzerinden gidelim şimdi:

Kurulları uluslararası: Yayın kurulunda yer alan editör ve hakemleri dünyanın dört bir yanından araştırmacıların oluşturduğu dergileri kast ediyorum burada. Doğru, dünyanın dört bir yanından editör kuruluna sahip olmak önemli bir gösterge olabilir ancak burada akademik teşvik ödeneği yönetmeliğindeki “kurullarında en az 5 yabancı akademisyen bulunan konferans uluslararası sayılır” maddesini ve bu maddeden sonra kurullara eklenen “yabancı” akademisyen isimlerini hatırlatmak isterim. Bu kurullar dinamik listeler olduğundan birilerini eklemek, çıkarmak, çarpmak kolay :=) Öte yandan örneğin alanınızın önemli bir çalışma grubunun bir dergisi var. Kurulunun tamamı o araştırma grubunda çalışan kişilerden oluşuyor. Dolayısıyla tek bir kurumdan araştırmacılar var listede. Tek bir ülkeden ve kurumdan kişiler var diye bu dergi yerel/bölgesel/ulusal mı oluyor yoksa bu madde biraz sorunlu olabilir mi?

Atıf dizininde yer alan: Ülkemiz akademisinin taptığı bir değerlendirme aracı atıf dizinleri: SCI, SSCI, A&HCI. Biraz daha esnetirsek ESCI. İnanılmaz inanışlar var. “Etki faktörü olmayan dergi ikinci sınıf dergidir” önermesine inanan da var, artık mevcut olmayan SCI ve Expanded ayrımını kalbinde yaşatanlar da. Hal böyle olunca indekslerde yer alan dergilerin de uluslararası sayıldığı bir dünyadayız. Ancak Web of Science’ın bölgesel genişleme stratejisi sonrası dizinde yer alan yerel/bölgesel dergi sayısı inanılmaz arttı. ESCI zaten fikirde bölgesel içeriği genişletmek üzere tasarlandı :=) 1952’den beri yayınlanan Türk Kütüphaneciliği dergisi de 2000’den beri yayınlanan Bilgi Dünyası da ulusal dergi. Vallahi de ulusal dergi yahu :=) Scopus’ta veya ESCI’de dizinleniyor olmak bu dergileri uluslararası dergi statüsüne sokmuyor. Ulusal dergi olarak kıymetli, ulusal dergi olarak değerliler. Çünkü amaçları ülkedeki kütüphanecilik ve bilgibilim literatürüne katkı sağlamak. Neden ulusal yayın pratiklerini bozma pahasına bu gibi kıymetli ulusal dergilerimizin yapısını bozmayı göze alıyoruz hiç anlamadım, anlamayacağım. Bu bozulmaya eski blog yazılarımdan biriyle örnek vermek isterim. http://www.zehrataskin.com/index.php/2020/08/13/bilimin-degerlendirilmesinde-cok-dillilik-uzerine/ Lütfen bu yazıdaki Teknik Dergi örneğini ve bu derginin neler yaşadığını hatırlayın. Çok daha net olacak o zaman ne söylemek istediğim.

Hitap ettiği kitle uluslararası: Kendi anketime cevap verme hakkım olsa sanırım bunu seçerdim. Çoğunluğun bunu seçmesi de çok hoşuma gitti o yüzden. Tek sorun “hitap ettiği kitle”nin tespitinin zorluğu. Kim, nasıl, neye göre karar verecek? Kim sınıflayacak? Kim değerlendirecek? Bu soruların net bir cevabı hala yok. Ancak olması için çalışıyoruz. Çünkü neden olmasın!

Dili İngilizce: Hehe, şaka gibi madde koydum. Seçen de olmadı. E güzel. E şahane. Lingua Franca İngilizce olabilir ama her İngilizce makale uluslararası değil. Aslan takipçilerim benim.

Çözüm?

Aslında sorunun yanıtını en başta verdim sanırım. Sayma sistemi ve uluslararası/ulusal algısı bu sorunu yaratıyorsa bakış açısını değiştirmek gerek. Bununla ne mi kast ediyorum? Şunu:

Burada ne zaman çok dillilik övsem “İngilizce yayın yapamayan da çok dillilik övüyor” tepkisiyle karşılaşıyorum. Kendi yayın pratiklerime göre araştırma performans değerlendirme sistemleri tavsiye etsem (bkz. http://www.zehrataskin.com/index.php/yayinlar-publications/) söylediğim/yazdığım şeyler çok farklı olurdu zaten de bu tepkiler ülkedeki bilimsel yayınlara bakış açısını çok doğru yansıtıyor. Bilim sadece temel bilimlerden ibaret değil. Her bilim dalının alt alanları ve her bir alt alanın kendine has karakteristikleri var. Bilimsel iletişim önemli evet ama bilim iletişimi de en az onun kadar önemli. Halka ulaşmayan bilimin kimseye faydası yok. Olmaz. Dolayısıyla bilimde de tek gerçek, tek doğru, tek anlayış olamaz.

Yine örnekle gidelim: UBYT’de sanat ve beşeri bilimlerin etki faktörü hesaplanmadığı için tüm dergiler son teşvik grubunda destekleniyor ve en düşük teşviği alıyorlar. Bir açıdan bakınca sanat dergilerine pozitif ayrımcılık yapıldığını söyleyenler yok değil. Ancak öbür taraftan bakınca politika yapıcıların algısına göre hiçbir sanat ve beşeri bilimler dergisinin “en iyi” sınıfına giremeyeceğini de söylemek mümkün. Gerçek pozitif ayrımcılık bu değil. Konuyla ilgili detaylı okuma için buradan devam: http://www.zehrataskin.com/wp-content/uploads/2020/06/TK_2020_UBYT.pdf

Çok uzattım. Bu konunun bir çözümü var ama genellikle o çözüm çok tercih edilmiyor. Çünkü o çözümde karar vericilerin objektif kararlarına güvenebilmek gerek. Bu çözümü biraz bekletelim o yüzden.

Kısa süreli çözümler için ise elmas açık erişimli ulusal dergilere kıymet verelim, destek verelim ve Helsinki çok dillilik girişimini destekleyelim: https://www.helsinki-initiative.org/

xoxo :=)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir